Mevsimlik işçiler gibi göçüyor oradan oraya düşüncelerim. Her doğan günün batışı kovalanırken, artık acıtmıyor hatta hiç kanatmıyor sürüklüyor, sanki masum bir tebessüm bir iz bırakıyor bu geceleri. Sesimi dinliyorum içimdeki sessizliğimi dışa vurmadan içimde yankılanıyorum.
Bir parça dağılmıyorum ya da akmıyorum, karışmıyorum sözlere. Sözlerim yakalayamıyor zamanı, sözler hep eksik, bir adım geride ve hep söylemek istediklerim anlatılamıyor yarım kalıyor. Gözüm dalıyor ama nedensiz, sorsan bir şey görmüyorum çabam bakmaya değil çabam küçük bir şey hissetmeye. Düşünüyorum, yeri gelince üstüne toprak attığım mezarların altına sığınmış hikayelerimi, korkum o dur ki ben bir mezar kazıcısı görevini üstlendim beni kim gömecek, bir ağacın gölgesine de eğilmeyi zafer bilirim hangi yapraklar üstüme serilecek.
Kanatlarımın taşıyamayacağı kadar yorgunluk var bu aralar üzerimde, ne bir kuş kadar hür ne bir kaçış kadar firari, sebepsiz taşıyamadığım bir ağırlık edinmişim. Bir şeylerin farkına varıyorum her an her vakit bir şey karşılamıyor, inanmamışsam eğer inanmak bir şeye bağlanmak ve o yol uğrunda yol almak kadar uzunlaşıyor hatta boyutlaşıp derinleşiyor. Aslında üç boyut ve zamana bağlı tüm fonksiyonel gerçeklerden hatta göreceliklerden daha karmaşıklaşıyor yaşamakla, yaşamın çok ihtimallerine adını veriyor.
Zamansızlık, mekansızlık, durumsuzluk karşılıyor yaşanılan anı, kaderini bilemeyişinden bu kadar sorulara ve garip sonlara açık kalan kapı oluyor. Bir Hallelujah şarkısı arka fonda çalarken şimdi “And Love is not a victory march It’s a cold and it’s a broken Hallelujah ” sözünü kulaklarım sıyırıyor, kanıksadım öyle ki sahiplendim. Ben zaten Cervantes’in değirmenlere karşı olan yitik savaşçılardanım. Gurur duyuyorum her yaramı sarışımda, her nefesimin yettiği nefersiz kalmış savaşlardan bir şükür içinde çıkışımda ve hep yeki arayışımda.
Buruk kalsa da bir yanım ya da yalnız ya da yanlış, ben gerçeğin doğrusunu arıyorum o derece koyulaşıyor derinliğim, ne sevmeyi ne sevilmeyi diliyorum ben, ben demeyi sevmezken kendim olmaya çalışıyorum ve seviyorum.
Ay ışığı dokunuyor çarşafıma sarıyorum bedenimi saklıyorum karanlığımı gözbebeklerim büyüyor onlar retinaya ışık taşıma derdinde, ben ise beden bir et her insan bir et, insanlar et seviyor diye söylenmekteyim.
İlahi Komedyada ki Limbus’un üst katındaki tarafsızlık içindeyim hatta altı üstü bile yok tarafımca, biliyorum tarafın yoksa anlaşılamazsın. Beni sen anla bir yara olma bende, beni senler ve sen benler.
Yorum bırakın