Ne garip bir başlangıç ve bitiş içindeyim. Ben kalabalıklar içinde yalnız kalanlardanım. Anlaşılamayan aynı zaman da anlatamayanlardanım. Rüzgar savursa da bir yön bulsam diyorum merkezimde durmuyorum hep dalgalanırken derinliğimde bir yol bulmak istiyorum. Aslında istenilen çok şey var başlamak istiyorum, başlamadan bitirmek istiyorum, kendi içimde çelişiyorum, bir bakıyorum Dostoyevski’nin Yeraltı Edebiyatında ki çelişkiler içindeyim, bir bakıyorum Holden’ın karmaşıklığı içindeyim bakıyorum da tutunamayanlardan oluyorum.
Kendi camımdan bakıyorum insanlara, baktıkça insanlardan daha çok kaçmak istiyorum. Kendim için hiçbir zaman ağlamaya gerek duymuyorum, kendime acımıyorum, acıtmıyorum. Bir acı görsem bir haksızlık onun için üzülüyorum dert ediniyorum, benim derdim oluyor. Hayatta tüm kapıların zamana ve inanmaya çıktığı gerçeği hep beni düşündürüyor. Bu tekdüzelik boyutta zaman anlamlandırıyor, bir sürecin bir şeylere yol alırken uzaklaşması ve bir şeylere yakınlaşması yine de hep eksik kalması çelişkiler içine dengeye boğuyor. Sonunda ise inanç bir gerçek gibi karşımıza çıktığında, aslında aklın ve sevginin buluştuğu ortak payda oluyor, yol oluyor. İnanmadan bir şeye kabul ettiremediğin bir gerçeği istemek, en büyük yanılma oluyor.
Bizler ne sevdiğimizi söyleyebildik, nerede olduğumuzu ya da istediğimizin ne olduğunu hep atlar olduk, gök ile yeryüzünü ayıran o çizgiler ile bölmüş, renkleri ile de boyanmış bir hayatı anlamlandırmaya çalışıyoruz kendi iç karmaşamızda. Yaşadıklarımız bir nihavend seyri değişkenliğinde solden geçiyoruz demleniyoruz, notalarımız bir birine geçiyor içimizin sessizliğinde uzuyoruz, içimizi içimize anlatıyoruz. Başımızı yasladığımızda hayata tersten bakıyoruz ve her şey geçeceği yerine geçmişine takılıyoruz, yaşamıyoruz, anlamadıklarımızı anlamlandırıyoruz, kalıplara sokuyoruz oysa hiçbir duygunun kalıbı yok ben görmedim, bilmedim. Hiçbir duygunun şekli yok rengi yok, hepsi yalnız ama teninde duygu can buluyor bu yüzden mutluluğu hissetmek kadar üzülmek de bir anlam oluyor onu da yaşamayı gerekli kılıyor.
Anlatmak istediklerimizi kelimelere bölüyoruz, paylaşıyoruz, çoğaltmayı deniyoruz bazen eksiliyoruz aslında çoğu zaman eksiğiz, tarifsiziz ve hiçbir zaman mükemmel de değiliz. Hiçbir sonucumuz matematikteki kısa çözümler gibi değil, biz ispat yapalım derken aslında yoruluyoruz, aslında yaşamak ve onun sonucu bir matematik işlemi sonucu kadar kısa ve öz değil süreç gerektiriyor çözmek gerekiyor ama en farklısı yaşayarak, tadarak, hissederek.
İki olumsuz kelimenin cümlemi olumlu ettiği bir dil yapısındayım, anlatamasam da derdimi ben vazgeçmedim ki sadece yazımı burada bitirdim.
Yorum bırakın